Mevlânâ’nın tasavvufunda esas, gönül sahibine erişmek ve cevher olmaktır.
Nitekim şöyle buyurur:
“Allah ile oturup kakmak isteyen kişi, velîler huzurunda otursun.
Velîlerin huzurundan kesilirsen, helak oldun gitti. Çünkü sen, küllî olmayan bir cüzsün. Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu, kimsiz, kimsesiz bir hâle kor, o hâlde de bulunca başını yer, mahvedip gider.” “Velîlerin huzurundan uz aklaşman hakikatte Allah ’dan uzaklaşmandır. ”
“Mânâ ehliyle düş kalk ki, hem atâ ve ihsan elde edesin, hem defetâ (yiğit, cömert) olasın. Bu cisimde mânâsız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.
Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.
Tahta kılıcı muharebeye götürme, âh u figâna düşmemek için önce bir kere muayene et; Eğer tahtadansa, yürü başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ileri gel!
Elmas kılıç, velîlerin silâh deposundadır. Onları görmek size kimyadır.
Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: Bilen, âlemlere rahmettir. Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti
de seni erlerden eder.
Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun.
Temizlerin muhabbetini tâ canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbetlere gönül verme.
Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma, güneşler var.
Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker.
Agâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbâli bir ikbâl sahibinden öğren.”