Hazret-i Mevlânâ’nın Kâinatı Kucaklayan Değeri: İnsan Sevgisi ve Hoşgörüsü…

Mevlânâ’nm kâinatı kucaklayan değeri, insan sevgisi ve hoşgörüsü, Allah’a olan hudutsuz aşkının ve Muhammedi feyze tam mazhar olarak rahmet mâdeni oluşunun tabii neticesidir. Taşıdığı ilâhî aşk, eriştiği Muhammedi feyz, onu mahviyet sahibi yapmış; benliğini, kibrini almıştır. Mevlânâ’mn işlerinde kendini beğenmişliğin zerre kadar görülmemesi bundandır. O, kibirden ve nefretten arınmış; mahviyet ve muhabbetle bezenmiştir.

Mevlânâ, alçak gönüllülükte büyüklük, büyüklükte alçak gönüllük; varlıkta yokluk, yoklukta varlık; hiçlikte kemâl, kemâlde hiçlik gösterirdi.

Mevlânâ’nm hudutsuz insan sevgisinde ve hoşgörüsündeki temel esaslardan bir diğeri
de, Müslümanlığın üzerinde hassasiyetle durduğu, “insan yaratılmışların en şereflisidir” düsturudur. Mevlânâ, bu şerefin şuuruyla insanları kucaklar; yaratılmışları, âşık olduğu yaratandan ötürü, herhangi bir nefis mücadelesine girmeden, rahatlıkla hoş görüverir.

Mevlânâ’nm, kim olursa olsun insanları hoş görüşü, insanlara hoş davranışı, kendisini dâima küçülterek insanlara hayırlı dualar etmesi, kendi önünde kapananlara, kâfir de olsa, mukabelede bulunması, onun ilâhî aşkla, ilâhî cezbelerle ve Allah’ın cemâl nurlarına gömülmüş olarak yaşamasmdandır.

a. O’nun Toprak gibi Yaşayışından Bir Tablo

Birgün bir Ermeni kasabı, Mevlânâ’ya rastladı, onun önünde yedi defa yere baş koydu. Mevlânâ da baş koydu. Mevlânâ hâl diliyle yaşadığım haykırıyordu:

“İnsanoğullarının hamuru topraktandır. Eğer insan, toprak gibi olmazsa Ademoğlu değildir.”

b. O’nun Tevazuu (Alçakgünüllülüğü) ve Mahviyyeti (Yokluğu)

Rivayet edilen şu vak‘a çok dikkat çekici, hayret vericidir:

İstanbul’da bilgin bir rahip vardı, Mevlânâ’nm ilmini, hilmini, tevâzûunu işitmiş, ona hayran olmuştu. Mevlânâ’yı görmek üzere Konya’ya geldi. Kendisini karşılayıp ağırlayan şehrin rahiplerinden Mevlânâ’nm ziyaretini rica etti. Toplu bir halde, Mevlânâ’nm ziyaretine giderlerken yolda karşılaştılar. Rahip hemen Mevlânâ’nm önünde yere baş koydu. Yerden başını kaldırınca, Mevlânâ’nm başının yerde olduğunu gördü.

Mevlânâ’nm önünde defalarca yere baş koyan rahip, her başını kaldırdığında, Mevlânâ’nm başının yerde olduğunu görüyordu. Nihayet dayanamayıp feryâd ederek:

“Ey dinin sultânı! Benim gibi zavallı ve kirli birine karşı gösterdiğin bu ne tevazu; bu ne kendini hor gömlekliktir. ” dedi. Mevlânâ da şu cevâbı verdi:

“Allah’ın rızıklandırdığı, mal ile cömertlik yapan; güzellikle, iffet sahibi olan; şeref ile tevazu gösteren; saltanat ile adaleti icra eden kimselere ne mutlu.”diyen bizim sultanımız Muhammed Mustafa’dır.

Öyleyse, Allah’ın kullarına nasıl tevazu göstermeyeyim ve niçin kendi küçüklüğümü belirtmeyeyim. Eğer bunu yapmaz isem neye ve kime yararım?”

“Yolun güneşi olan Peygamber bile ‘Nefsini aşağılayan kişiye ne mutlu!’ dedi.

Ona kulluk etmek, sultanlıktan iyidir; çünkü ‘Ben, ondan hayırlıyım’sözü, şeytan sözüdür. Âdem’in kulluğu ile İblis’in kibrine bak da aradaki farkı gör, Âdem’in kulluğunu seç.”

Rahip ve arkadaşları, Mevlânâ’nın bu hâli ve sözleri karşısında müslüman oldular.

Mevlânâ, huzur içinde, medresesine döndüğünde, neşeyle ve sevinçle oğlu Sultan Veled’e:

“Bahâeddin, Bahâeddin! Bugün zavallı bir rahip, bizim tevâzûmuzu elimizden kapmaya niyet etti, fakat Allah’a hamd olsun, Allah’ın bağışladığı hidâyetle ve Peygamber Efendimizin yardımı ile tevâzûda ona galip geldik?” demiştir.

Haçlıların kılıcı müslümanlarm kanı ile boyanmış olduğu tarihî bir hakikat iken, büyük bir din adamının, Hak dinin dışında olanlara karşı gösterdiği tevazu hayret verici bir durumdur. Fakat onun, İslâm adına dâima kazandığını görmekteyiz. Elinden tuttuğunun,
gözüyle baktığının, önünde eğildiğinin hidâyetine ve ebedî saadetine vesile olmuş, Allah’a ulaştırmıştır.

c. Hazret-i Mevlânâ Oğluna Der ki

Mevlânâ’nm, biricik oğlu Sultan Veled’e vermiş olduğu, bugün de tazeliğini muhafaza etmekte olan öğütleri, -onun tanıtmaya çalıştığımız- şahsiyetinin özü, özetidir; hudutsuz çerçevesidir.

Mevlânâ, oğluna der ki:

“Bahâeddin! Eğer dâima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!

Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!

Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma, Eğer hiç kimseden sanafenâlık gelmesini istemezsen fena söyleyici,fena öğretici, fena düşünceli olma!

Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, dâima sevinç içinde olursun, iste o sevinç cennetin tâ kendisidir.

Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, dâima üzüntü içinde olursun, işte bu gam da cehennemin tâ kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir. Bütün peygamberler ve velîler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışan vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.

ç. Hazret-i Mevlânâ Oğluna Der ki

Mevlânâ, oğluna der ki:

“Bahâeddin! senin düşmanını sevmeni, düşmanının da seni sevmesini istersen, kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle. O düşman senin dostun olur; çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.

Allah’ın sevgisini de onun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür. Allah buyurdu ki: “Ey kullar, kalbinizde arınma olması için beni çok anmaktan geri durmayın.” Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa, Allah’ın nurunun parlaklığı da kalpte o nispette fazla olur. Nitekim, ekmekçinin tandırı ne kadar sıcak olursa, o kadar ekmek alır. Soğuk olunca ekmek almaz”

d. Son Söz Hazret-i Sultan Veled’den:
REBÂB-NÂME’DEN
Bahsimizi, Mevlânâ’mn çok yüce, pek engin feyiz nurlarının parlaklığı içinde teessüs etmiş olan Mevlevi Yolunun gelişmesine, yayılmasına, ilmiyle, irfanıyla, şiir ve eserleriyle, yüksek fazilet ve himmetiyle büyük hizmetler etmiş; Mevlânâ’nm “Sen yaratılış ve huy bakımından, insanların bana en fazla benziy enisin” dediği oğlu Sultan Veled’in Rebâb-nâme’sindeki Türkçe manzumelerinden şu beyitleriyle bitirelim:

120

REBÂB-NÂMEDEN

ı. Mevlânâ gibi cihanda olmadı,

Ancılayın kimse Hak’dan tolmadı.

2. O güneşdür evliyalar yulduzı,

Dükeline ol degürür uruzı.

3. Terinden her bir kişi bahşiş bulur Haslarım bahşişi ayruksı olur.

4. Bahşişi, kim verdi Hak Mevlânâ’ya,

Anı ne yoksula verdi ne baya.

5. Siz anı binüm gözümle görünüz,

Anun esrârım binden sorunuz.

6. Ben deyem sözler ki, kimse demedi Ben verem ni‘met ki, kimse yemedi.

7. Ben verem hil‘at ki, kişi geymedi,

Kimse binüm bahşîşümi saymadı.” (134)

1. Dünyâda, Mevlânâ gibi, hiç bir kimse olmadı (yetişmedi); kimse de onun gibi Hak’tan dolmadı, (ilâhî aşk ve feyze ermedi)

2. O, güneştir, velîler yıldızıdır. O, herkese nasip eriştirir.

3. Herkes, Allah’tan, bir ihsâna nâil olur, fakat has kullarının armağanı başka türlü olur.

4. Allah, Mevlânâ’ya verdiği ihsânı, ne bir yoksula, ne de bir zengine vermiştir.

5. Siz onu, bir de, benim gözümle görünüz; onun sırlarını benden sorunuz.

6. Ben, kimsenin söyleyemediği sözleri söyleyebilirim. Ben kimsenin yemediği nimetleri verebilirim.

7. Ben kimsenin giymediği hil‘atı verebilirim. Kimse benim verebileceğim

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir