Mevlânâ, ancak Çelebi Hüsâmeddin’in bulunduğu mecliste rahat bulur, huzur duyar, coşup mânâlar saçar, hakikat ilminden bahisler açardı. Mevlânâ’ya göre, hakikatler memesinden mânâlar sütünü emip çıkaran Çelebi Hüsâmeddin’dir. Mesnevî’sinde bu
mânâya işaretle şöyle der:
“Bu söz, can memesinde süttür. Emen olmadıkça güzelce akmıyor.
Dinleyen susuz ve arayıcı olursa, va‘zeden ölü bile olsa söyler.
Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa, dilsiz bile sözde bülbül kesilir.
Kapımdan içeri, nâ-mahrem girince, harem halkı, perde arkasına girer, gizlenir. Zararsız ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki peçeyi açarlar.
Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır.
Çengin zir (en ince) ve bam (en kalın) nağmeleri, nasıl olur da sağır kulak için terennüm edilir?
Allah, miski beyhûde yere güzel kokulu yapmadı. Koku duyan için yarattı; koku almayan için değil.”
İşte İslâmî Tasavvuf edebiyatının en büyük didaktik şaheseri olan Mesnevî’yi Çelebi Hüsâmeddin, Mevlânâ’nın tükenmez bir hâzineye benzeyen ruhundan çekip çıkarmıştır.